Çamlıca, cami, Estergon, Bazilika
Kadir GURBETCİŞehirlerin dili hatta ruhu vardır. Bir yerde aldığınız hazzı her yerde alamazsınız .Kente ait olma hissi bambaşka bir duygudur. Büyük metropollerde yaşamaya alışan iş adamı, esnafı, öğrencisi, genci, hanımı ,ihtiyarı acaba küçük şehir ve kasabalarda nasıl yaşar / yaşayabilir mi? Mecburiyet duyma ayrı bir durumdur. İnsan ve araç yoğunluğu ve hareketliliği bazen içinde yaşayanlara orkestra içindeki bir ensturmanın tınısı gibi gelir. Bazen saç baş yoldurur ama olsun burası büyük metropoldür, normaldir der geçeriz. Tatile, küçük kasabalara, köylere gidilir dinlenmek için. 3-5 gün hatta bir haftadan sonra çoğumuz sıkılmaya başlar neredeyse şehrin tabi 'akustiğini' gürültüsünü özleriz. Büyük şehirlerde insanların çoğu kayıptır gizlidir. Muhtar, Hemşire, malmüdürü, kaymakam, din görevlisinin bilinme-tanınma katsayısı düşük olduğu gibi küçük yerleşim birimlerinde çok yüksek belki de herşeydir. Devletlerin, kendi jeopolitik ve stratejik önemi yanında başı çeken hatta diğer şehirlerede kol kanat geren şehirleri vardır. İngiltere'nin Londra'sı, Amerika'nın New York'u neyse Türkiye'nin İstanbul'u da odur. Hal böyle olunca büyükşehir denen ve bir çok sorumluluk yüklediğimiz tarih, san'at, sanayi, finans, eğitim ve medeniyetlere başkentlik yapmış bu şehrin de bazı ayrıcalıkları ve özellikleri olmalıdır. Neredeyse Türkiye'nin yüzde 50 vergisinin toplandığı yer olmakla birlikte ticari ve finans başkentidir. Hazineye kişi bazında ün büyük katkıyı İstanbul sağlamıştır. Yüz kira gelir rekortmeninin 76'sı ve gideri fazla geliri düşük bir çok ilin açığı yine bu şehirden tahsil edilen vergilerle karşılanmaktadır. Son günlerde özellikle deniz seviyesinden yaklaşık 270 metre yüksekte eşsiz Boğaziçi ve İstanbul manzarasına sahip, sonbaharda kuş göçlerinin en güzel izlenebildiği, her yıl milyonlarca yerli- yabancı ziyaretçinin akın ettiği Çamlıca ve cami konusu gündemi epey meşgul etti. Çevresine merakla bakabilen bir “göz”le yorumlamak gerekirse: 5400 kilometrekareye yakın İstanbul sınırları içinde 250 bin metrekare bu alan için tahsis ediliyor. Bu alanında yüzde 6 sı, yani 15 bin metrekare cami için kalan 235 bin metrekare yeşil alan, seyir terasları, otopark, kültürel ve sosyal aktivite alanları yapılacak. Bu çalışma, civarındaki çarpık yapılaşmanın da dönüşümünü yenilenmesini hızlandırması mümkün. Binlerce kişinin istihdam edilmesi de ayrı kazanç. Çamlıca Tepesi'nde birkaç tesisin dışında ihtiyaca cevap verecek tesis yok. Bence cami kadar sosyal ihtiyaçlara ve çevreye ciddi katma değer de sağlayacak. Roterdam'da Tv kulesinden şehri seyir 20, Paris Eyfel Kulesinden seyir 18 Avrodur. Kuyrukta beklediğin cabası... Mimari olarak, İstanbul'un fethinden 101 yıl önce (1352) İslam diyarı olmuş Üsküdar'a Sultan Ahmet Camii'nin benzeri niçin olmasın. On yıllardır cami ve yapılarda bir tarzımız geliştirildi mi? Eğer geliştirilseydi belki bu kadar konuşulmayacaktı. Her alanda kültürel bakışımız ve tarzımızın ne olacağını özlemle bekliyorum. Geç kalındığı aşikar;”TARZ” hemen oluşacak bir durum da değil, belki hiç yoktan belkide mevcut bir eser ve anlayışı geliştirerek ulaşılacak bir noktadır. Hadisenin birde sosyo-psikolojik boyutu var. Otorite, bir çok alandaki kalıcı eserlerine böyle bir mabet ve tesisi yapmayı isteme hakkı olamaz mı? İhtiyaç olma kriteri neye göre belirleniyor. Tahayyul edelim. Avrupa Yakasında Sultan Ahmet, Ayasofya, Yeni Cami, Süleymaniye, Fatih camileri... Anadolu yakasında hakim noktada ve simetrik olarak Çamlıca camii. Üstelik İstanbul'un fethini gören Üsküdar'a... Slovakya-Macaristanı ayıran Tuna Nehrinin Slovakya sınırından dikkatlice bakıldığında fark edilebilen Estergon Bazilikasını(Kilise) görürsünüz. Papanın kürsüsünün olduğu Katedral hususiyeti olan, Macarların dini başkentinde 8500 kişilik dikdörtgen kilise. 1543 yılında ilk defa Kanuni Sultan Süleyman fethettiği Estergon Kalesi ve çevresi tırpanlanarak tam ortasına Bazilika yapılmış. Bu durum tarihi mirasın heba edildiğinin bir tespitidir. Kıyaslamak için değil de, anlayışı ortaya koyma adına çarpıcı bir örnek değil midir? Toplumun ihtiyaçlarını önceden görme basireti ve halkını yarınlara hazırlama sorumluluğuna sahip olan liderler, bu ve benzeri hizmetleri yapmaya kendilerini mecbur hissederler. Öngörüsüz ve vizyonsuzların kaybettirdiği yılları basiret, iz'an, fedakarlık ve "hayırlı işleri bekletmeme" prensibine sahip olanların gayretiyle kapatılabileceği açıktır.